Söğüt ağacından defne yaprağına

Söğüt ağacından defne yaprağına

Türkiye kendisi olarak gelişebilir. Gelişmek istiyorsa başkasının ayakkabılarını giyemez, yani başkasının kanunlarını, inançlarını, kültürlerini kendisininmiş gibi yapamaz. Her ülke için böyle, ancak Türkiye örneğinde bir sahipsizlik, kimliksizlik var. Benlik tasarımı “kendin olmanın” ilk aşamasıdır. Benlik tasarımından sonra bunun dürüst ve net bir ifadesi gerekir. Sonra kendi yolunu çizebilir ve gerçekleştirebilir. Ne yazık ki Türkiye iki yüz yıldır kimliğini belirleyemedi. Kendini tanımadan ifade etmeye, yol çizmeye çalıştı.

Herhangi bir ülke kendisi olarak, kendisini tanıyarak başarılı olabilir. Küçük ülkelerin başarısı bile elinden geleni yapmasıyla sağlanır. Başlangıçta herkes küçüktür, başlangıçta her şey zordur. Doğru bakış ve doğru davranış ile büyümek, yani elinden geleni yapmak gerekir. Elinden geleni yapmak zor değildir. Kim olduğunu ve elinden ne geldiğini belirlemekle başlanabilir.

Ne oldu?

Osmanlı Devleti orijinal problemlere orijinal çözümler getirmişti. Başarılı olduğu aşikar, çünkü özenme ile değil yaratıp inşa ederek kuruldu. Eski devleti bulunduğu topraklardan çıkan söğüt ağacına benzetebiliriz. Reformlar yapılmadığı için her canlı gibi bu da ölmüştür. Yerine ise Fransa’nın Korsika’sından bir defne ağacı getirildi, o kadar ağaç türü var halbuki. Defne kıyılar hariç bir yerde tutmadı. Üstelik halk defnenin huyunu- suyunu da bilmezdi. Defneyi dikenler de iyi niyetli belki, Avrupa’daki milliyetçilik trenini yakalamak istediler. Milliyetçilik kimlik inşası için müthiş bir temel sağladı. İthal defne ağaçları toprağın boş kalmasını önledi, ama daha iyisi olabilirdi.

Ne yapalım?

Osmanlı söğütünü geri ekmek de yetmez, daha iyi ağaçlar ekildi çevrede. Zeytin ekilebilir, çevredekiler gibi; ama ülkenin ihtiyacı olanı, kendi toprağına uygunu daha yeğdir. Söğütten iyisi çamdır, coğrafyanın her yerinde tutunur. Daha da iyi bir ağaç var mı? Elbette, kültür ağacı var. Analoji çam ağacında bitse de aklımızı kullanırsak insanlık ağacını yetiştirir ve meyvelerinden herkese ormanlar türetiriz. İnsanlık ağacının meyveleri toprak bile aramaz, başka gezegende dahi neşet eder.

Türkiye toprağını nasıl tanıyacak ve nasıl ekecektir?

Türkiye Avrupa’dan ithal, özenme ideolojileri bırakabilir mi? Kendi kimliğini Avrupa’nın kapıcısı olmaya hazırlamış bir ülke kendi toprağını ekebilir mi? Gerek Avrupa’da misafir işçi olarak gerek de mülteci kapıcısı olarak rol yapmaya niyetli bir ülke ne kadar köklerine dönebilir? Kendi toprağından ve ekininden vazgeçmiş bir kapıcı kimlik inşasına nasıl ikna edilebilir? Gelecek kuşakları kurtarmak açısından konuşalım.

Yakın bir model tercih edilmeli

Kimliğini yaratmayı beceremeyen kişi model almak, taklit etmek yoluna gider. En azından yakın bir örneğin taklit edilmesi, eskiden bu topraklarda başarılı olmuş bir örneğin tercih edilmesi gerekir. Osmanlı kimliği daha önce olmayan bir üst kimlik olarak tepede durması açısından önemlidir. Osmanlı, Doğu Roma, Abbasiler, Babürlüler, Rusya gibi yakın örnekler varken Fransa’nın birinci cumhuriyetine özenmek pek başarılı olmayabilir.

Yakın model bize ne söylüyor?

Osmanlı örneği coğrafyanın bir ihtiyacı olduğunu söylüyor. Çevrede güçlü bir devlet teşkilatı yok, sadece doğru davranış gerekli. Olağanüstü çabalara gerek yok. Olağanüstü olan ise imkansız defne ağacını burada yetiştirmeye çalışmak. Sonuç olarak Napolyon’un başındaki defnenin Filistin’e faydası yok. Napolyon’u ve Fransa’yı bu topraklar hiç de iyi hatırlamaz. Ama önce hangi ağacın neye yaradığını bilmek, kapıcılıktan girişimciliğe geri dönmek gerek. Kapıcılık kötü değil tabi, emeğin kötüsü olmaz. Kötü olan kendisini Napolyon sanan bir kapıcı olmak.

Comments

No comments yet. Why don’t you start the discussion?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir